
Anksiyete Nedir?
Anksiyete kelimesini son yıllarda popüler bir kavram olarak sıklıkla duyuyoruz: “Anksiyetem arttı, anksiyete oldum, anksiyete geçirdim…’’. Bu kavramı kullanınca aklımızda bir şeyler canlanıyor ebette ve genellikle de bir tehdit veya tehlike karşısında hissettiğimiz kaygı duygusu olarak açıklıyoruz. Yani sanki anksiyeteyi ‘kaygı’ yerine kullanıyor gibiyiz. Aslında bir yerde evet, anksiyete kavramı günlük bir tehdit karşısında hissettiğimiz kaygı duygusunu kapsar ancak anksiyete kaygı duygusundan çok daha fazla fenomeni içinde barındıran, hayati bir kavramdır. Anksiyete harekete geçmemiz için bize sinyal veren itici bir güçtür. Peki bu iki kavramı biz neden karıştırıyoruz? Kaygı duygusu, bizi koruyan, harekete geçiren ve motive eden en önemli duygu olduğu için kaygı, anksiyete mekanizmasının kullandığı en temel tepkime formudur. Yani anksiyeteyi yanan sobaya ‘’dokunma’’ diyen bir ebeveyne benzetirsek; kaygı duygusunu da çocuk hala sobaya dokunmak istediğinde, ebeveynin ‘eğer sobaya dokunursa elinin yanacağını’ biraz daha endişeli ve yüksek sesle söyleme haline benzetebiliriz. Yani anksiyeteyi bizi yöneten yaşamsal güce benzetirsek, kaygı sistemin içinde -sıklıkla- kullanılmak zorunda kalınan bir tepkimenin formudur.
Bizler günlük hayatımızın her anında, herhangi davranışımızı farklı olasılıklar arasından seçeriz ve seçtiğimiz davranışın hayatımızın bütünü için en iyisi olmasını isteriz. Olasılıklar arasından en iyi davranışı seçebilmemiz için de bütün hayatımızı geçmiş tecrübeleri ve gelecekte olabilecek ihtimalleri ile kocaman bir harita gibi görebilmemiz gerekir. En iyisini seçmek için o davranışın haritadaki iz düşümünün hesaplamasını yapmamız lazım. İşte bu haritanın tüm hesaplamalarını yapan duygusal sistem anksiyetedir.
Eğer şu anda seçeceğimiz bir davranışın hayat haritamızda gelecekte de bir tehlike oluşturma ihtimali yüksekse, anksiyete ruhsal sıkıntı üreterek bunun iyi bir seçenek olmadığına dair bizi uyarır ve uyandırır. Söz gelimi, sabah çalan saatinizin sesine karşı en az iki seçeneğiniz vardır aslında. Bu seçenekler arasından sizi sıcak yatağınızda yatma isteğine karşı işinize yetişmeniz için yataktan kalkmayı seçtiren güç anksiyetedir. Yani, siz aklınızdan ‘biraz daha uyusam’ düşüncesini geçirdiğiniz anda saliseler içinde orada bir saat daha uyumanın sonucunda yetişemeyeceğiniz toplantının olası negatif etkilerini sorumluluk ve kaygı hissiyle harmanlayarak bir film şeridi gibi geçiren ve ‘hemen bu yataktan kalkmalısın’ diyen itici bir güç…
Dolayısıyla anksiyete bizim düşmanımız değil, kurtulmamız gereken bir ruhsal basınç değilken nedense olumsuz bir stres fikrini de çağrıştırıyor. Bu da anksiyetenin ruhsal ve fiziksel anlamda yaşamsal faaliyetlerimizle sorumluluğu fazla olduğu için bazen strese girebilen bir mekanizma olmasıyla ilgilidir. Günlük olarak programlanmamızı, hedeflerimize ulaşmamızı, bizi olumsuz sonuçlara götürebilecek problemli durumları ve ilişki yüklerini ayırt etmemizi sağlayan böylesine bütünleyici bir sistem nasıl oluyor da birçok ruhsal sıkıntının temelini oluşturuyor?
Anksiyeteyi yaşamsal faaliyetlerimizi yürütmemizi sağlayan bir hormonal kaynağa benzetebiliriz. Anksiyetenin tiroid bezi gibi elle tutulur tek bir çıkış organı yok ama çalışma prensibi bir tiroid bezininki gibidir. Nasıl ki bir tiroid bezinin normalden az veya fazla çalışması bedenimizde farklı sorunlara neden olur, anksiyete hissinin de bedenimizde fazla salınımı anksiyete bozukluklarına sebep oluyor. Anksiyetenin günlük hayatımızda olumsuz çağrışım yapmasına sebep olan bu formu, bu sistemin kendi doğasında zaten var olan akışı içinde çalışmamasından; yani sistemin bozulmasından kaynaklanır. Bu noktada anksiyete bozukluğu veya kaygı bozukluğu söylemlerini aynı anlamda kullanabiliriz. Çünkü mekanizmanın doğal sisteminde çalışmaması demek aynı zamanda vücutta gerek duyduğumuzdan fazla kaygı salınımı olması demektir. Bu durumlar ‘kaygı bozuklukları’ veya ‘anksiyete bozuklukları’ alt maddeleriyle karşımıza çıkar. Bunlardan en belirsiz fenomene sahip olanı Yaygın Anksiyete Bozukluğudur. Adıyla müstesna, ‘yaygın’: yani, her şeyle ilgili olabilir. Literatürde geçen diğer anksiyete bozuklukları ise; Sosyal Fobi, Özgül Fobiler, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Panik Bozukluktur.
Şimdilik isimlerini zikretmekle yetindiğim bu sorunların mekanizmasını ‘Anksiyete Dosyasında’ yani, bir sonraki yazımda sizlerle paylaşmaya çalışacağım.