Bağlanma ve İlişki
Aile toplumun temel taşıdır. Sahip olduğu üye sayısı, kültürel farklılıkları, yaşayış biçimleri vb. çeşitlenerek farklı yapılar halindedir. Belli aileleri psikiyatrik, sosyolojik ve felsefe, toplum bilimi sınırlarınca araştırmıştır. Yaptığı araştırmalar ve incelemeler sonucunda ailenin kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan; bireylerin cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımların sağlandığı ve düzenlendiği temel dinamik bir birim olarak tanımlamıştır. Aynı zamanda sistem perspektifine göre aile bir geçmişi paylaşan, duygusal bağı olan, bireysel aile üyelerinin ve ailenin bütün ihtiyaçlarını karşılamak için stratejiler planlayan bireylerden oluşmuş bir yapı olarak tanımlanır (Sabatelli ve Bartle, 1995). Aile bireylerini oluşturan insanlar etkileşim içerisindedirler. Sözlü veya sözsüz birbirlerini anlamaya ve ihtiyaçlarını karşılamaya isteklidirler. Bunların hepsini iletişim ile gerçekleştirirler.
Doğduğumuz andan itibaren, yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamak için iletişimin kaçınılmaz olduğunu biliriz. Bebekler doğdukları anda yaşamlarına anne ile bağ kurarak başlarlar. Yapılan araştırmalar bebeklikte ve çocukluktaki bağlanma örüntüleri ilerideki ilişkileri şekillendirdiğini gösteriyor. İlişkileri nasıl sürdürdüğümüzü, problemlerle nasıl başa çıkabildiğimizi, güven algımızı kurduğumuz bu ilk bağlarımız etkiliyor. Bağlanmanın farklı çeşitlerini inceleyerek, anne çocuk arasındaki ilişkiyi veya yetiştirme biçimlerini değerlendirebilmek mümkün.
Çocuğu en çok geliştiren ve sağlıklı bir birey olarak yetişmesine katkı sağlayan bağlanma türü güvenli (sağlıklı) bağlanmadır. Çocuk annenin varlığında güven duyar ve rahatça hareket edip çevreyi korkusuzca keşfetme imkanı bulur. Annenin yokluğunda huzursuzluk oluşsa da anne geri döndüğünde bu huzursuzluk kaybolur ve saldırgan bir tavır sergilenmez. Mutlu olur gülümser ve oyununa devam eder. Çocuk anne gitse de geri döneceğini anlamıştır ve daha sonrasında bu güven duygusuyla gelişimine devam eder. Anne varken başkalarıyla iletişime geçebilir ve onları tanımaya yönlenebilir. Fakat kaygılı çocuklarda durum böyle değildir. Kaygılı bağlanmada çocuk anne yanında var olsa bile huzursuzdur. Anne gidip geri döndüğünde dahi sakinleşmesi uzun sürer. Anneye tepki gösterebilir ve bir süre yaklaşmak istemeyebilir. Bazen tepki gösterir vurur, tekmeler, küser. Adeta annelerinin üzerlerinde yaşarlar. Okula başlama, arkadaş ilişkileri, oyun oynama ve paylaşma becerileri yaşıtları gibi kolay gelişmeyebilir. Son olarak da duygular rahat anlaşılmadığında kaçıngan bağlanma çocuklarda gözlenebilir. Anne odadayken veya odadan çıkıp geri döndüğünde net bir duygu gözlenmeyebilir. Anneyi yok sayar veya reddeder. Heyecansız ve kayıtsız gözüküp anneye ihtiyacı yokmuş gibi davranabilir. Fakat bu aslında bir perdedir. Çocuğun bağlanamamaya karşı geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır ve ihtiyaçları karşılanmamıştır.
Zamanında gözlenen davranışlarla ve atılan doğru adımlarla (alanında uzman bir çocuk psikoloğuna başvurmak gibi) çocukların anneye bağlanmasına, kaygılarını kontrol edip keşfetme imkânı bulmalarına, gelişmelerine ve öğrenmelerine katkı sağlanabilir. Doğum sırasında veya hamilelikte karşılaşılan zorluklar, doğum sonrası sürece adapte olamama, bir takım tecrübesizlikler ve kaygı çocuğun takibini zorlaştırabilir. Çocuğu anlamada zorlanan aileler bu dinamiklere dikkat etmelidirler ve bir psikolog görüşü almalıdırlar. Psikologlar bu tip durumlarda ailelere psikolojik danışmanlık, psikoterapi ya da oyun terapisi gibi yollarla destek olabilirler.
Uzm. Psk. Banu Fatma Özbaş
Çocuk ve Ergen Psikoterapisti